PERVANELER
“Saraylar kurdum gönül bahtına bir tek Seni tanıdım o esrarengiz tufanlarda
Kabirden topladım sana dargın çiçekleri, kokunu verdim şeyda bülbüllerin feryadına
Sarp dağlarımın eteğinde kızıl goncalar sağır kaldı, seni anlatamadan aldılar ellerimden.
Bir bulut ağladı ardından göklerden haykırışlarla ve bir kez daha tuttu nefesini fezayı kıskandıran pervaneler
Vuslat kesik yaralar açtı bağrımda şuh bakışlar kanattı karanlık gölgeleri…
Aklıma mıhlanmış gençliğimin kurak çölleri, tam seni bulmuşken kaybettim zambakları
Yetmedi pervazıma dağılan dumanlar, melal bir sada kasırgalar kopardı dudaklarımın arasından
Küheylan atlar gibi koştum peşine doğru, doruklardan şehriyar gibi düştü dizlerim
Tedailer uzanırken mehtabın cilvesine bu renk, bu eda, bu sessiz intiba, yetimmiş meğer
Gergef işlerdi oysa ruhları bedenler, nerede firaka ramak kalmış düğünler.
Görülmez akşamlardadır rebabın, ebedi ülfetinde kıyıldı nikahım…
Mahşer günündedir ihtilalim, gayret et meşke doğru ey siyahım…”